Türkiye neden isyan ediyor?
Maryland Üniversitesi Ekonomi ve Finans Profesörü, İndeks Konuşmacı Ajansı üyesi Şebnem Kalemli Özcan’ın Project Syndicate’te yayınlanan “Türkiye neden isyan ediyor?” başlıklı makalesinin Türkçesi, İndeks Gazete’de.
Türkiye neden isyan ediyor?
Türkiye’nin ekonomisi yalnızca mali piyasadan değil, aynı zamanda Jeff Sachs gibi kalkınma iktisatçıları tarafından da övgüler alarak tam on yıldır gelişmeye devam ediyor. Peki, o halde neden İstanbul Taksim Meydanı’ndaki barışçıl eylemler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetine karşı yüz binlerce insanın sokağa çıktığı ülke çapında bir protesto hareketine dönüştü?
Sachs ve diğer ekonomistler, oldukça yüksek büyüme oranıyla sonuçlanan ekonomik politikaları açısından Erdoğan hükümetini, haklı olarak, tasvip edip övüyorlar. Ancak asıl soru: Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede, hükümet temel özgürlüklere zarar verir ve uzun vadeli başarılar için ihtiyaç duyulan kilit kurumların gelişmesine mani olursa, acaba bu hızlı ekonomik gelişme sürdürülebilir mi?
Erdoğan hükümetinin protestolara karşı gösterdiği aşırı sert tepki, bu ikilemin altını çiziyor. Başlangıçta, 200’den az sayıdaki barış yanlısı protestocular, İstanbul’un merkezindeki son yeşil alan olan Taksim Meydanı’nın bir alışveriş merkezine dönüştürülmesini engellemek üzere toplanmışlardı. Meydan okuyan konuşmalarıyla uzlaşmaz bir tavır benimseyen Erdoğan hükümeti sert önlemler aldıkça, polisin orantısız güç kullanmasına rağmen (ya da belki de bu yüzden) protestolar gittikçe artarak devam etti. Resmi olmayan kaynaklar, şu ana dek 1000’den fazla kişinin yaralı ve tutuklu olduğunu belirtmekteler.
Son on yılda Türkiye’nin yıllık gayrisafi yurtiçi hâsılasının Erdoğan’ın partisi AKP sayesinde %5’i yakaladığı doğru. Ancak bu durum, kimseyi, “Türkiye kalkınmada bir başarısı öyküsüdür” sonucuna götürmemeli. Eğer şu an var olan kalkınma ve ilerleme üzerine yapılmış geniş araştırmalardan öğrendiğimiz bir şey varsa o da şudur: Sürdürülebilir başarının anahtarı bir ülkenin kurumlarının tasarımındadır.
Kurumlar, bir toplumun kurallarını bünyesinde toplar ve sağlamlaştırırlar. Kurumlar, hem gayri resmi sınırlamalar (geleneksel ve kültürel normlar gibi) hem de resmi kurallardan (tüzük, yasa ve düzenlemeler gibi)oluşmuşlardır. Bunlar ekonominin yapısına şekil verirler.
Siyaset ve kurumlar arasında önemli bir fark vardır. Siyaset, politik ve sosyal yapı bünyesinde yapılan bir dizi kuralları içeren seçimleri yansıtır. Nihayetinde ekonomik performansı etkileyen şey, siyasetin içinde çerçevelenen kurumlardadır. Örneğin mülkiyet hakları, yatırımcıları kamulaştırma riskine karşı koruyarak yatırım kararlarını etkiler, bağımsız bir mahkemeler bu gibi hakların güvenilir uygulamasını garanti altına almak için gereklidir.
Türkiye uzun vadeli ilerleme için kritik bir öneme sahip olan kurumsal yapılardan hala yoksundur. Türkiye’nin Uluslararası Ülke Risk Kılavuzu (bir ülkenin kurumlarının genel kalitesini ölçen yaygın kullanıma sahip bir gösterge), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) içerisinde en düşük değere sahip olan ülkelerden biri olarak göstermekte Türkiye’yi. Türkiye aynı zamanda OECD’nin Daha İyi Yaşam Göstergesi’nde (Better Life Index) sonuncu sırada. Yetişkinlerin yalnızca %31’i ortaokul mezunu, eşitsizlik ciddi derecede yüksek. Gazetecileri Koruma Komitesine (Committee to Protect Journalists) göre Türkiye’de, Çin ve İran da dahil olmak üzere hiçbir ülkede olmadığı kadar çok sayıda tutuklu gazeteci var. Demokrasi izleme kurulu Özgürlük Evi’nin (Freedom House) 2013 raporuna göre; Türkiye’deki kişisel özgürlükler giderek tehdit altına girmekte.
Son yıllarda, kültürün kurumlar üzerinde yarattığı bir dizi gayri resmi baskılarla beraber, kültür ve kurumlar arasındaki karmaşık ilişkiler üzerine birçok araştırma yapılmakta. Türkiye, bir hayli muhafazakâr bir kültürün, sürdürülebilir büyüme ve kalkınma için gerekli olan kurumlar üzerinde bir baskı kaynağı olmadığını göstererek, Müslüman ağırlıklı ülkelere öncülük edebilecek mi?
Türkiye’nin başarısı, ekonomik büyüme açısından değerlendirildiğinde gerçekten etkileyici. Basiretli para ve maliye politikaları, 2000-2001 yıllarındaki krizden sonraki bankacılık sistemini derleyip toplaması ve altyapı yatırımları elbette bu gelişmede rol oynadı. Bu politikalar, Türkiye’nin zengin ülkelerin aksine, düzenli olarak gelir açığını kapatmasıyla birlikte değişen/belli bir seviyeye erişen bir gelişme sürecini harekete geçirdi.
Ama biz, bu değişken büyümeyi, bireysel özgürlükler ve mülkiyet hakkının korunmasını da kapsayacak şekilde sağlam yasaları gerektiren, uzun vadeli bir başarı ile karıştırmamalıyız. Bu da, dolayısıyla, son yıllarda üzerinde durulması gereken alanlar olarak Türkiye’de yürütülen birtakım araştırmalarda altı çizilen yapısal reformlarla birlikte, eğitim alanındaki (özellikle kadınlar için) ve teknolojideki yatırımları anlamaya yardımcı olacaktır. Türkiye “Bunu nasıl yaptı?” diye sormak için henüz çok erken, aynı şekilde kısa vadeli büyümesiyle övünen fakat gerektiği şekilde büyümediği takdirde, uzun vadede güç kaybedecek politikalara dayanarak, bu soruyu yanıtlamak için de çok erken.
Türkiye’nin uzun dönemli bir kalkınma başarısı olup olmadığı henüz bir soru işareti olarak ortada durmakta. Belirtiler pek de hayra alamet değil. Taksim Meydanı ve Türkiye’nin diğer şehirlerindeki son olaylar, ülkenin hala zayıf olan kurumsal altyapılarının katı bir hatırlatıcısı konumunda. İnsanlar hala sokaklarda ve evlerine gitmek için acele etmiyorlar. Bunları yazarken ‘’Özgürlüksüz bir demokrasi, demokrasi değildir!’’ diye haykırdıklarını duyuyorum.
Kaynak: http://www.project-syndicate.org/commentary/why-turkey-is-rebelling-by-sebnem-kalemli-ozcan
İngilizceden Çeviren: Aylin Gülaşık